10 Ağustos 2008

olay vıı ya da abluka

yok hayır, düş müş değildi gördüğüm. kanlı canlı önümde yürüyordu işte. adımlarımı hızlandırdım. sıklaştırdım. genişlettim. artık aramızda iki üç adım kalmıştı en fazla. nihayet beyaz gömleğinin dik yakalarındaki dikişleri tespit edecek kadar yakınlaşmıştım ona. kolumu uzattım. sırtına dokundum. hafif nemli beyaz gömleğinden elimi çekip "pardon bakar mısınız?" dememe kalmadan, bana dönüp "selam S, naber?" demesiyle irkildim. kimdi bu? beni nerden tanıyordu? beni gördüğüne neden hiç şaşırmamıştı? kafam bunlara benzer onlarca soruyla abluka olmuştu aniden. ve galiba yüzüme bakıp bunu anlamamak mümkün değildi. "nen var? bi şeye mi canın sıkıldı? sıcaktan mı yoksa?" sorularını birbiri ardına sıralamasından belliydi bu. on-on beş saniyelik bu süreçte hafızamı yoklayıp karşımdakinin kim olduğunu çıkarmaya çalışmaktan belki de, ağzımı açıp ne yanıt vereceğimi bi türlü kestiremiyordum. tek yapabildiğim elindeki pembe pankartı alıp kendimi yelpazelemek oldu. sanırım gündüz düşleri görmekten daha ciddi sorunlarım vardı ve kırk sekiz gündür ara verdiğim tedavime sıfırdan tekrar başlamam gerekiyordu. pankartın yarattığı hafif rüzgârdan mütevelli olsa gerek, ağzımdan şu sözcükler çıkıverdi: "selam M, galiba tansiyonum düştü, birden başım döndü de!".

1 yorum:

mehmet bizansbeyi dedi ki...

işler karıştı...